Gaziemir Bayan Masör Hizmeti – Masör Ece

Gaziemir Bayan Masör Hizmeti – Masör Ece

Gaziemir Bayan Masör neşe içinde, artık yeni bir yaprak açtığını söylemiş oldu. Bir tek fikirleri değişmekle kalmamış; Zaza, ölümü düşünmek ve bir rahibe hayatına özenmek yerine, canlı, hareketli, cıvıl cıvıl biri olup çıkmıştı. Ablasının evden gitmesiyle, yaşamının çok daha kolaylaşacağını, rahatlaşacağını umuyordu. Yine de Lili’nin yazgısına üzülmekten geri durmuyordu. Madam Mabille, kızını çekmiş, “Bu senin son şansın!” demişti. Lili arkadaşlarına koşmuş, akıl almıştı. Evlenip kabuğuna çekilmiş bütün genç kadınlarla, koca bulamamış kız kurularının hepsi de, “Evlen” demişlerdi. Zaza, ne süre nişanlıların konuşmasını duysa, yüreği burkuluyordu. Nedenini bilmeden, kendisini bu şekilde bir geleceğin beklemediğini sezinliyordu.

Gaziemir Bayan Masör sıralarda, keman derslerine ciddi olarak eğilmeyi, alabildiğine okumayı ve kültürünü geliştirmeyi istiyordu. Stefan Zweig’ in bir romanını çevirmeyi tasarlıyordu. Anası, Zaza’yı, bu yeni kazanılmış özgürlükten birden bire yoksun bırakmayı göze alamıyordu, iki üç kez akşamlan benimle gezmeye gitmesine izin verdi. Rus Balesi’ne gittik, Prens Igor’u seyrettik, tik sesli film olan Caz Şarkıcısı’nda Al Johnson’u görmüş olduk. “Çaba” grubunun düzenlemiş olduğu ve Germaine Dulac’ın filmlerinin gösterildiği bir toplantıya katıldık. Filmler gösterildikten sonrasında, sessiz ve sesli filmler konusunda hareketli bir münakaşa yapıldı. Öğle sonlarında Ulusal Kitaplıkta çalışırken, çoğu defa omzuma eldivenli bir el dokunurdu.

Gaziemir Bayan Masör

Gaziemir Bayan Masör pembe fötr şapkasının altından bana gülümser; kahve içmeye veya yürüyüş oluşturmaya çıkardık. Ne yazık ki, tam bir ay hasta kuzenine bakmak ve ona yoldaş olmak için Bayonne’a gitmek zorunda kaldı. Onu çok özledim. Gazeteler son on beş yıl içinde Paris’te bu şekilde soğuk olmadığını yazıyorlardı. Seine Nehri’nde buz parçalan yüzüyordu. Artık yürüyüş yapmıyordum. Alabildiğine çalışmaya verdim kendimi. Laporte diye bir prGaziemiresöre, Hume ve Kant üzerine tez hazırlıyordum. Sabahın dokuzundan, akşamın altısına kadar Ulusal Kitaplık’taki masaya çakılmış şeklinde oturuyor, ha babam çalışıyordum. Bir sandviç yiyecek için otuz dakika ayırdığım bile pek enderdi. Öğleden sonraları kimi zaman uyku bastırıyordu.

Şöyle bir kestiriyor, hatta arada bir başım bayağı öne düşüyordu uykudan. Akşamlan, evde, okumaya çalışıyordum. Goethe, Cervantes, Çehov, Strindberg okuyordum. Ama baş ağrılarından kurtulamıyordum. Bazen bitkinlikten ağlayasım geliyordu. Ve felsefe, minimumından Sorbonne’da okutulan niteliğiyle, insana refah vermekten uzaktı. Brehier, Stoikler mevzusunda çok iyi dersler veriyordu; oysa Brunschvig, kendini tekrarlamanın ötesinde bir şey yapmıyordu. Laporte ise, Hume’un sistemi dışında, geri kalan tümünün paçavrasını çıkarıyordu. Laporte, prGaziemiresörlerin içinde en genç olanıydı.

Kısa bıyıklan vardı. Beyaz tozluk giyerdi. Sokakta kadınların peşinden giderdi. Bir keresinde, yanlışlıkla kendi öğrencilerinden birinin arkasına takılmıştı. Ödevimi, iyi sayılabilecek bir numara ve alaylı notlar yazmış olarak geri verdi. Kant’ı, Hume’a yeğ tutmak benzer biçimde bir yanlışa düşmüştüm. Ödevim hakkında konuşmak için beni evine çağırdı. Bosquet Caddesi’nde güzel bir apartmanda oturuyordu. “Büyük bir yetenek, ama duygudan yoksun. Anlatım açık değil; gereksiz bir belirsizlik: Hele insan, felsefede neler söylemesi icap ettiğini düşününce!” beraber çalıştığı öğretmenleri teker teker eleştirdi; özellikle Brunschvig’i didik didik etti. Sonrasında eski ustalara el attı. Antik çağın düşünürleri mi? Hepsi birer koca ahmaktırlar.